Büyük ormanin ortasinda küçük bir göl vardi. Agaçlarin arasinda kalan gölün küçücük dalgalari, minik midye kabuklariyla dolu kiyiya vuruyordu. Kiyida dalgalarla dövülmüs kum taneleri arasinda karincalar saga sola kosusturuyordu. Küçük kayalar arasindaki yengeçlerin gözleri bir göle bir kumlara dönüyordu. Kiyinin hemen yaninda türlü türlü otlar, çiçekler gölün etrafini süslüyordu. Agaçlarin arasindan gölü ziyarete gelen birçok canli vardi. Su içmeye gelen tavsanlar, tilkiler, gölde yasayan kurbagalar, çiçeklerden beslenen kelebekler, arilar, balik avlayan kuslar ve daha neler neler... Saymakla bitmez.
Ancak biz gelelim kuyruklarini sallaya sallaya, saga sola devrile devrile yürüyen; arada vak vak öten ördek ailesine. Bu aile küçük bir aile degildi. Oldukça kalabalik bir ördek sürüsüydü. Yaklasik yirmi yavru, onlarin anne ve babalari, teyzeleri, diger akrabalari hepsi bir arada geziyorlardi. Otuz bes - kirk ördekten olusuyordu bu büyük ördek sürüsü.
